ÇİŞ’Lİ HAVUZ!
Her ne sebeple olursa olsun yaşanan hayal kırıklıklarının ardından hissedilen duygular çoğumuzda aynıdır: çaresizlik, umutsuzluk, kin, nefret ve kaçıp kurtulma isteği. Kaçış için seçilen yollar ya fiziksel olarak uzaklaşmaya ya da mental olarak dikkat dağıtmaya yöneliktir. Mekan değişikliğinin getireceği stresle yüzyüze gelmek başka bir psikolojik gerilim yaratacağından genelde ilk atılan adım kendini çevreleyen/betimleyen bazı doneleri değiştirmek olur. Mesela fiziksel değişiklik yapma isteği vardır çoğu kadında ve bazı erkeklerde. Saç modeli, rengi, ev eşyaları, kilosu, (maddi durumu uygunsa) kullanılan arabanın modeli, yenilenler, içilenler, giyilenler, hobiler birer birer elden geçirilir… Ya içe kapanıklık başlar, ya da (zamanımızın getirdiği) sosyal medyaya yapışık yaşamaya adım atılır. Her yapılanı, yenileni, içileni facebook, twitter, instagramdan paylaşmak, beğeniler toplamak tatmin arayışıdır aslında. Filozofik sözler uçuşmaya başlar havada. Mesajlarında sevgi ve ışık saçmaya çalışırken içindeki karamsarlık ve kırılmış umutları okunur döktürdüğü dizeler arasında. Yaşadığı huzursuzluk, içinde bulunduğu boşluk barizdir… Daha sonra suçlamalar başlar. Bay ya da bayan doğru ilan eder kendini. Geri kalan herkes ise ‘yanlışlar güruhu’… Anası, babası, karısı, kocası, evlatları, kardeşleri, komşuları, iş arkadaşları, manavı, kasabı, hocası … Akıl sır erdirilemez olup biten deliliklere, yamukluklara, yanlışlara.. İşte tam bu noktada kaçma isteği devreye girer. Mekan değişikliği şart olmuştur. Öyle mahalleler arası taşınmak da kesmez… Hani becerebilse, sınır ötesi bir yerlerde yakalayacaktır mutluluğu.
Bu duygular yabancı gelmedi değilmi? Merak etmeyin, yalnız değilsiniz. Serde biraz hassasiyet ve duygusallık, hele bir de idealistlik varsa asıl bu ve buna benzer bunalımların yaşanmaması hayret vericidir. Üniversiteden tanıdığım,(teşbihte hata olmazmış) küçük cins yavru köpekler gibi bir saniye yerinde duramayan çok sevdiğim bir Amerikalı arkadaşım vardır. Hayatı çoğumuza nazaran çok daha çetrefilli, biraz da alışıla gelmişin dışındadır. Son bir iki yıl daha sakin ve rahatlamış olarak görünce bir kahve molasında sordum: ‘hayrola Nirvanaya falan mı ulaştın pek huzurlu ve sakinsin şu sıralar’. Yanıtı çok ilginçti: ‘Nevacığım 5 koca değiştirdim, 23 eyalette çalıştım, çalıştığım iş çeşidinin sayısını hatırlamıyorum bile, sarışın oldum, esmer oldum, sıfır bedenle 48 beden arasında gezdim durdum, mutluluğu yakalamak için hayatımda değiştirmediğim hiçbirşey kalmadı veeee… yakalayamadım! Ta ki hayat görüşümü değiştirinceye kadar… Bütün sır hayata nasıl baktığında… Oh be dediğim dönemdeyim artık’. Büyük bir ilgiyle dinlemeye başlamıştım ki tam o sırada cep telefonu çaldı, kalktı gitti.. Arkasından baka kaldım. ‘Yahu öğret de biz de rahatlayalım’ diyemedim. Gerçi ortalık böyle filozofik laflarla dolu: ‘Hayata pozitif bakın herşey güzel olsun’, ‘olanları ve insanları olduğu gibi kabul etmeyi öğren, hayatın değişsin’, falan falan…. Hani bu tür yaklaşımları beğenmediğimden değil ama artık kabak tadı verdi böylesi klişe pembe cümleler. Bir insan boğazına kadar bataklıkta debelenirken yanına gidip ‘bak kardeşim pozitif düşün, herşeyde bir hayır vardır’ demenin o kişide oluşturduğu etkiyi düşünmek gerek. Bazı doğrular bazı konumlarda ve zamanlarda yanlış olabilir.
Bence önce bizi çevreleyen ve hayal kırıklıklarına uğratan insanoğlunun GERÇEK MENTAL DOĞASINI anlamakla işe başlamalıyız. Bugün size ilginç bir bilimsel bulgudan bahsedeceğim. İsterseniz biraz hayal gücümüz katarak konuya girelim: Beş yıldızlı lüks bir otel düşünün. Tavandan asılı kristal avizeler, kadife koltuklar,girişte sizi kraliyet ailesindenmişsiniz gibi karşılayanlar… Kapıdan girip, alt katta otelin o dillere destan yüzme havuzuna doğru yürüyün. Ellerinde içecekleri, şık mayo ve bikinileri içerisinde model kapağından fırlamış gibi güzel, yakışıklı, besbelli eğitimli, görgülü insanlara bir göz gezdirin. Havuz masmavi, billur gibi bir su… Hah konu işte tam burada başlıyor. Geçen ay Environmental Science & Technology dergisinde çıkan bir makaleye göre İngiliz bilim insanları işte böylesi şık ve ‘temiz insanların gittiği, temiz’ toplu havuzların sularını analiz etmişler. Sonuçlara göre 830 bin litrelik bir havuzun 75 litresi idrar. Bilim insanları çok şaşırmışlar. ‘Nasıl olur? Durun başka toplu havuzlara da bakalım’ demişler. Bu oranın üç-, beş- hata bazı yerlerde 50 kata kadar yükseldiğini görünce araştırma uluslararası boyutlara da varmış. Varılan sonuç hep aynı olmuş: En eğitimlisinden en eğitimsizine kadar, her kültür, din ve milliyetten, her ama her insanın yüzdüğü havuza işediği ortaya çıkmış. Havuza (her seferinde) işemeyenlerin oranı ise başka bir araştırma ile belirlenmiş. Sonuç sadece %1!
Yazımın başlığına (büyük bir ihtimalle) göstermiş olduğunuz tepki bu haberle daha da arttı değil mi? Bu araştırma aslında insan doğası hakkında çok şey anlatıyor. Ortaya çıkan çok önemli bir gerçek var: İnsanoğlu kendi içinde yüzdüğü havuza bilinçli olarak işeyebilen bir varlık aslında! Havuz temizliği konusunda en ateşli konuşmalar yapanlar bile bu araştırmada zaman zaman havuza işediklerini itiraf etmişler. ‘Nasıl olsa klorlu, mikrobu kırılmıştır! Hem azıcık idrardan birşey çıkmaz, idrar sterildir’ diyenler bile çıkmış aralarından.
Havuza yaptığımız gibi yaşadığımız ilişkilerin, doğanın, ülkenin, güzelliklerin, mutlulukların, sağlığımızın içine de… direkt kendimiz, hemde bilinçli olarak ‘limon sıkıp’ sonra ‘olmaz ki arkadaş’ diye isyan ediyoruz.. Çuvaldızı kendimize batırmak yok. Kronik bir şekilde şiddetle bireysel savunma ve başkalarına karşı eleştiri halindeyiz. Havuza çiş yapmasa bile ‘terliyim, havuza girmeden önce bir duş almalıyım’diye düşünen kaç kişi vardır sizce? Sanırım o da %1 civarındadır. Toplu havuzlarda kuraldır bu… ‘Çok bunaldım, terledim, havuza atlayayım’ demek düşüncesizliktir, yanlıştır. Yapıyormuyuz? Yapıyoruz! İşte havuz örneğinde olduğu gibi her eleştirdiğimiz, içinde bulunduğumuz problemin de bir parçasıyız.
Mutsuzluk içerisinde yüzdüğü havuzdan şikayet ederken ahlar çekip, dizlerini dövüp ‘ellerde ne havuzlar var, keşke alıp başımı gitsem, oralarda yüzsem’ demeye benziyor hayatımızdaki kaçışlarda… Oysa bilim insanlarının ispatladığı üzere dünyanın her yerinde insanlar kendi havuzlarına işiyorlar. İnsan faktörü her yerde aynı. sadece yaşananların boyutu, çeşidi ve rengi farklı, o kadar.. ‘Başka havuzlara kaçmak isteği’ yerine kendi havuzuna sahip çıkmalı insan. Önce kendinden başlamalı yanlışı düzeltmeye. Sonra aynı havuzu kullananlarla kominikasyon kurabilmeli. Herkesin anlayabileceği dilde konuşabilmek için uğraşmalı. Bugünün popülist politikacıların başarılarının ardında yatan anahtar da budur aslında. Bireylere ‘yüzdüğünüz su soğuk, hasta olacaksınız, ısıtmak için tüm kapasitenizi kullanın’ dedikleri zaman bir problemi çözdüklerini sanarak insanlar o suya işerler. Kendi idrarında yüzmenin getirebileceği sağlık sorunlarını anlatmak, başka alternatifler sunmak, örnek olmak, öğretmek diğerlerinin görevidir.
Şahsen ilginç olaylar silsilesi yaşamaktayım şu sıralar. Çok uzaklardaki ‘bir havuzda yüzen’ bir insan olarak bana ülkemin ne farklı ve özenilesi güzelliklerle dolu olduğunu hatırlattı bu yaşadığım olaylar. Önümüzdeki haftadan itibaren nevalogy’de bazılarını sizlerle paylaşacağım. Bakın bakalım buralardaki ‘havuzlar’ ne kadar ‘temiz’.