Michael Jackson, Rapunzel ve Türkiye!
İNSAN gurur duyarak yaşamak istiyor. Ailesinden, ülkesinden, işinden ve kimliğini belirleyen diğer unsurlardan bahsederken duyacağı küçücük bir utanç, hayatı boyunca verdiği yaşam savaşında başkalarına karşı kendisini 1-0 mağlup hissettiriyor.
Geçmişte ya da halihazırda olup bitenlerden bireysel olarak sorumlu olmasa bile kalben bağı onu da utandığı konunun işbirlikçisi gibi hissettiriyor. Karşısındaki de bu zayıf yönünü yakalarsa, hele bir de herhangi bir konuda rakibiyse başlıyor psikolojik savaş. Biliyor ki bir insanı zayıf düşürmenin en kolay yolu, o insanın değerleriyle oynamaktır.
Türkiye’de sıradan bir Türk genci olarak yetişip yurtdışına çıktığım anda 24 yaşındaydım. Bir bilimsel toplantıda proje konumuzla rekabet eden bir İngiliz profesörün, bütün sunumu dinledikten sonra bilimle ilgisi olmayan sorusunu hâlâ hatırlarım.
Bana önce ülkemi sordu. Arkasından “Babanız çok eşli mi?” sorusu geldi. İlk önce dil bariyerinden kaynaklanan yanlış anlaşılma olabileceğini düşünüp de cümlesini tekrar etmesini rica ettiğimde büyük bir ciddiyetle aynı soruyu tekrar işittim.
Bunun bir espri olabileceğini düşündüm ve gençliğimin verdiği “fırlamalıkla” yanıtladım: “Babamın karılarından hangisinin gerçek annem olduğunu hâlâ bilmem!”
Beni, ailemi ve ülkemi çok iyi tanıyan birkaç Finli ve Amerikalı profesörün savurduğu yüksek sesli kahkaha, o an ikimize de çok şey öğretmişti. Ona; verdiği savaşta etik olmazsa, kulaktan dolma bilgilerle “dans etmeye” çalışırsa rezil olacağını, bana da profesyonel yönümü geliştirirken ülkemi ve kimliğimi öne sürerek, değerlerimizi ve özelliklerimizi daha iyi tanıtmam gerektiğini.
Bu olay bir ilkti ve benzerleri sonraki toplantılarda da yinelendi. Bilimsel tartışmalara ara verildiği anlarda beni sıkı bir “Türkiye’yi sorgulama” sınavına alan rakiplerimin amacının, hiçbir zaman “öğrenmek” değil “vurmak” olduğu aşikârdı. Zira kimse Türk mutfağımızın zenginliğinden, İstanbul Boğazı’nın güzelliğinden ya da dillere destan tarihsel zaferlerden bahsetmiyordu.
Ermeni ve Kürt olayları, terörizm, Avrupa Birliği’ne girememe sebeplerimiz, laiklik anlayışının değiştirilmeye çalışılması vs. gibi konularla “yara kaşımak” nedense pek hoşlarına gidiyordu. Gerçi hep karşımdakileri tatmin etmese bile susturacak bir yanıtım oldu. Ama köşeye sıkıştırılmış gibi hissettiğim anlar var şu sıralar.
Benim de içimde çığlıklar atarak “Neden?” diye sorduğum sorular başkalarından, istihzalı bir şekilde gülümseyen yüzlerden geldiği an suskunlaşıyorum.
10 Ocak’ta VVashington’da Atom Araştırmacıları Derneği Başkanı Kennette Benedict, yaptığı basın toplantısına elinde bir duvar saatiyle geldi. Bu saati, insanların doğaya verdiği zararlarla dünyanın yaşanabilir bir yer olmaktan çıkmasına ne kadar az zaman kaldığını sembolik olarak göstermek için getirdiğini belirtti. Daha sonra da yelkovanı parmağıyla ileriye iterek, “Dünyada sadece Türkiye, Endonezya ve Birleşik Arap Emirlikleri, tüm bilim insanlarının uyarılarına rağmen kayıtsızca nükleer santral kurma girişimleriyle bu saati işte bu şekilde ileriye itiyorlar” dedi. Ardından özeleştirilerle kendi ülkesinin ve diğerlerinin geçmişteki hatalarını dile getirdi.
Fakat ilk kez tüm dünya, insanlık için bilime dayalı kararlar alırken bunun dışına çıkmanın yanlışlığının altını çizdi; geçmişteki hatalarını ülke olarak onarmaya çalıştıklarını söyledi. Katılımcıların ülkemde son zamanlarda yapılmak istenen sistem değişikliklerini Michael Jackson’ın estetik ameliyatlarına, insanlık adına alınan kararların dışında kararlar almasını da mızıkçı çocuk oyununa benzeten katılımcılarla tartışmak bile istemedim.
Michael Jackson benzetmesi ilginç geldi! Besbelli Türkiye’de “devrim” ya da “gelişme” adına yapılan her değişikliğin etkileri içeriden farklı hissediliyor, dışarıdan farklı gözleniyor. Alın bir benzetme de benden: Ülkemizin dışarıdakilerin gizli bir özentiyle gözlediği “Türkiye” yapan değerleriyle oynamak, uzun saçlarıyla dillere destan olan Rapunzel’in kafasını usturaya vurmaya benziyor. Belki “Oh be, bakımı kolay, hem de çok rahat” dedirtiyor ama bu girişimler sonunda ortada ne Rapunzel ne de onun için yazılan hikâyeler, destanlar kalıyor.