KANSERE BEŞ KALA!
İnsanlar gibi ülkelerin de kanser hastalığına yakalanabildiğine inanıyorum. Objektif bir gözle izlerseniz ‘kansere yakalanmış’ ülkenin genelinde kanserli bir insan bedeninde yaşanan semptomları, sıkıntıları tek tek gözleyebilirsiniz. Büyük bir yorgunluk, düşük bağışıklık sisteminden kaynakalan enfeksiyonlar (ki dış saldırılar aynen bu özelliktedir), kontrolden çıkmış hızla büyüyen, büyüdükçe vücutta kontrolü ele geçirmeye başlayan, tüm düzeni allak bullak eden ‘tümörsel’ gelişimler, tümörden kaynaklanan diğer organlarda beliren fonksiyon bozuklukları, ve daha saymayla bitmeyecek diğer iç dengesizlikler. Hepimiz biliyoruz ki kanserde teşhis zamanında koyulmaz, uygun tedavi derhal başlatılmaz ise hasta kaybedilir.
Toplumlar için ‘hasta adam’ deyimi ilk kez 9 Ocak 1853 yılında Rusya İmparatoru 1. Nikolay tarafından art arda gelen savaşlar nedeni ile toprak kaybeden ve Avrupa’nın mali kontrolüne girmiş olan Osmanlı İmparatorluğu için kullanılmıştır. Daha sonra da ekonomisi kötü olan Avrupa devletleri için kullanılan bir deyim olarak kalmıştır. Nevaloji sayfamdaki ilk Türkçe makaleme bu konuyla başlamamın sebebini yaşadığım bir olayla anlatmaya çalışayım:
Yaklaşık 2 yıl önceydi. Annem felç geçirdiği için Amerika’dan ilk uçakla soluğu Ankara’da almıştım. Bir aile bireyiniz hastanede yatarken, hastaneyle ev arasında mekik dokuduğunuz anlarda yaşanan psikolojiyi çoğunuz deneyimlerinizden bilirsiniz. Duygusallık ön plana çıktığı için birçok şey anlam değiştirmeye başlar. Kaygılar, korkular, uykusuz geceler olaylara karşı yaklaşımınızı değiştirir. Kolayca ağlamalar, sabırsızlıkla gelen anlamsız duygusal patlamalar, geceleri gözler tavana dikili yüzlerce keşkelerin getirdiği iç çatışmalar hergeçen gün yorgunluğu üçe, beşe katlar.
Bu sıkıntılı dönemi yaşadığımız o dönemde bir gün babam şöför mahlinde evden anneme bazı ihtiyaçlarını paketlemiş hastane yoluna dizilmiştik. Kırmızı ışıkta durduk. Önümüzde beyaz bir araba, görebildiğim kadarıyla arkada 3 çocuk önde iki yetişkin… Arabanın sol ön penceresi açıldı ve önce arabanın küllüğü yola boca edildi. Ardından çikolata kağıtları atıldı. Daha sonra 2 adet de pet şişe de camdan fırlatılınca babam sinirle tepkisini göstermek için 3-5 saniye kornaya bastı. İkimiz de sinirlenmiş tek bir kelam etmeden burnumuzdan soluyorduk. Tam o sırda yeşil ışık yandı. Öndeki araba hareket etmedi. İçinden elinde levyeyle 30 yaşlarında bir adam fırlayıp ‘banamı korna çalıyorsun lan’ diyerek bizim arabamıza doğru hiddetle yürümeye başladı. Herkese olaylara fevrilikle değil sabırla yaklaşılmasını öneren ben ‘annemi kaybetmek üzere oluşumun da verdiği duygusallıkla kapıyı açıp, dışarı fırlayıp bağırmaya başladım: Ceza kesilmesi gereken bir suçu işleyip ardından sizi uyaran dedeniz yaşındaki adamımı öldüreceksiniz o levyeyle?’ Hani o sırada babama dokunmaya kalksa koruma içgüdümle hanım hanımcık yerimde durmayacağımı yüzümdeki ifade ve vücut hareketlerimden anlamış olacak ki durdu. O anda saliseler içerisinde evladı kamyonun altında kalan ve kamyonu insan üstü bir güçle kaldırmayı beceren kadın geldi aklıma. Hakikaten hiddetin verdiği bir güç var insana.
Hadi açın yolu da gidelim sabısızlığıyla çalan kornalar arasında elinde levyeyle bana bakan adamın duyduğum 3 cümlesi biraz önce anlattığım toplumsal kanser hastalığının en büyük semptomlarından birine örnektir: ‘Burası özgür bir ülke, istediğimi yaparım ve bana hiç kimse karışamaz. İstediğin yere şikayet et. Benim heryerde adamım var!’
Malesef ülkemizde ‘özgürlük’ kavramında ciddi bir karmaşa yaşandığı bir gerçek. Özgürlük her istediğini yapmak, yazmak ve de konuşmak olarak sözlükteki karşılığını bulursa olacağı budur malesef. İstediğim gibi kirletirim, istediğim gibi saldırırım, bilmediğim konuda ahkam keserim, haber yazarken gerçekleri gölgelerim, asarım, keserim… Böylesi orman kanunlarının güçlendiği bir ortama dönerse bir ülke o ülkeden sayısız deli dumrullar çıkar: Köprüden geçenden 10 akçe geçmeyenden döve döve 20 akçe…. Hele de Dumrul’u şikayet edince bir de suçlu yerine koyacak bir sitem söz konusuysa gerçekten yapacak birşey kalmamıştır. Soyan haklıdır, soyulan gariban. Döven, öldüren, tecavüz eden güçlüdür geri kalan boyun eğmesi gereken. Kısacası toplumsal kansere 5 kalmıştır.
Kanser hücreleri agresiftir hızla ürer ama nasıl muamele edeceğini bilirsen kolay yenilirler. Kanser hastalarına söylediğimiz şu sözler hepimize gereken mesajı da vermekte: Aslında tedavi ne ilaçla ne kemoterapiyle gerçekleşir. Tedavi senin kurtulmayı istemende, azminde ve kendine olan inancında yatar. Bir tane bile sağlıklı hücren kalmış olsa yine kazanabilirsin.